29 Nisan 2012 Pazar

BAĞDAT'IN DELİSİ


Halife Harun Reşit zamanıdır.
Behlül Halife Harun’a her fırsatta nasihat etmektedir. Herkes Halife Harun’un adından bile korkarken o Halifenin sarayına istediği gibi girip çıkmaktadır.
Yine böyle bir gün, Behlül Halife’nin sarayındadır. Yorgundur,  uykusuzdur. Birazcık dinlenecek yer aramaktadır. Birden Halifenin tahtı gözüne ilişir. Sağına bakar, soluna bakar, etrafta kimseyi göremeyince tahta oturur. Birkaç dakika geçmeden askerler Halife’nin tahtında birisinin oturduğunu görürler. Behlül’ü tahttan indirdikleri gibi, bir de temiz dayak atarlar...
Behlül ağlamaya da başlamıştır. O anda Behlül’ün ağlama sesini duyan Harun Reşit gelerek Behlül'e neden ağladığını sorar. Askerler Behlül'ün büyük ve affedilmez bir hata ettiğini, tahta çıkıp oturduğunu, kendilerinin de tahttan indirip dövdüklerini söylerler. 
         Behlül’ün ağlamasına üzülen Harun Reşit:
«Behlül böyle bir hatadan dolayı dövülür mü hiç?» diye, askerlerine kızar ve Behlül’den özür diler. Lakin Behlül bir türlü susmaz. Ağlamaya devam eder. Harun Reşit Behlül’ü susturmaya çalışarak “Tamam! Yeter artık. Bu kadar ağlamanı gerektirecek ne var?” Der. Behlül gözlerinden akan yaşları silerek Halife Harun Reşid'e döner:
“Ey Harun ben, kendim için ağlamıyorum. Ben senin için ağlıyorum” Şaşırmıştır Harun Reşit.
“Ey Behlül köteği yiyen sensin. Neden benim için ağlarsın ki?”
“Ey gafil adam, ben birkaç dakikacık tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, oysa sen yıllardır bu tahtta oturuyorsun. Yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünür ve onun için ağlarım,” der.
Bu sözler Harun Reşid'in gözlerini yaşartır... Artık hüngür hüngür ağlama sırası Halife Harun’dadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder