8 Haziran 2012 Cuma

SU...


Güneşin kavurduğu topraktan çıkan alev, insanların yüzünü yalıyordu. Bir ağaç gölgesi, bir duvar dibi veya koyu bir gölge, bu sıcakta insanlar için rahatlatıcı olabilirdi. Köydeki bu durum içecek suyu bile bulamamaktan kaynaklanıyordu.
    İçme suyunu bazen ellerindeki bidonlarla, genellikle de hayvanların sırtında bin bir zahmetle getiriyorlardı. 
    Su en kıymetliydi. Boşa harcanması söz konusu bile olamazdı.  Harcanan her su, omuzlarda ya da ellerde taşınacak demekti. Gücü zayıflamış ve takati kesilmiş yaşlılar ve kimsesizler bu durumdan en çok etkilenenlerdendi. 
    Köylünün en çok istediği şey, köyde birkaç yerde şırıl şırıl akacak suydu. O anda evlerinden akacak çeşmeyi bile hayal edemiyorlardı. Sadece, saatlerce ellerinde su taşımaktan kurtulmak istiyorlardı.
    Muhtar, defalarca bu durumdan kurtulmak, insanların rahatlamasını sağlamak için, resmi makamlara müracaat etmişti. Hatta daha ileri giderek politikacılara ulaşmış, onlardan bu sıkıntının en kısa zamanda giderileceğine dair sözler almıştı. Bu heyecanla her defasında “Bu iş tamam artık, milletvekili bize söz verdi” diye de köyde övünüp böbürlenmişti. 
    Bu sözlerden sonra, köyde beklenti sabırsızlıkla bütünleşmiş, köye her gelen resmi arabanın, su ile ilgili olarak köye geldiği düşünülmeye başlamıştı.
    Eee, kolay değildi.  Bunca yıldır sırtlarında su taşıyorlardı. Bunun hastalığı vardı, sıkıntılı anları vardı…
    Köy önündeki küçük bir yığma tepeyi andıran tümseğin yan tarafında, çok gelişmemiş yılların izini üzerinde taşıyan bir ağaçtan başka hiç bir yeşillik yok denebilirdi.  Her taraf sanki çöl… Ağaç dedikse öyle ahım şahım değil, gelişememiş küçük birkaç dalı olan bir ağaç…
    Bütün böcek ve canlılar onun kavrulmuş yapraklarının verdiği serinlikte barınır, onun gölgesinde soluklanırdı.
    Muhtar ve köylünün hayalini, yaprakları arasındaki yuvalardan cıvıl cıvıl kuş seslerinin yükseldiği, çeşit çeşit, yemyeşil ağaçlar süslüyordu. Köye birkaç çeşme gelse bu hayallerini gerçekleştirecek gönüllü sayısı şimdiden bir hayli vardı.
    Bir gün öğle vakti, sıcağın adamın iliklerine işlediği, serçelerin bile gagalarını kapatamadığı, köpeklerin dillerinin bir karış dışarı çıktığı, yangı ve susuzluğun insanın ve canlıların hareketlerini kısıtladığı bir zamanda, köyün yolunu toz dumana katarak gelen araçlar, birkaç kişi tarafından izleniyordu. Görenler, bir hareketliliğin olacağını sanki sezmiş gibi, içlerinde sevinç hissettiler.
    Resmi plakası ve resmi rengi ile ihtişamlı yürüyüşünü Muhtar odasına kadar sürdüren cipten, kravatlı, takım elbiseli ve simsiyah gözlükleriyle yakışıklı biri indi.
    Arkalarından gelen koskocaman kamyona dönüp şöyle bir baktı. Sonra da orada bulunanlara selam verdi:

    - Muhtar nerede? diye sordu.

    Köylüler, önemli birinin su meselesi için geldiğini düşündüler ve sevindiler. Köyde aza olan Telli Mehmet, hemen yanındaki gence seslendi:

    - Oğlum Süllü, koş Muhtara haber ver, dedi.

    Süllü, arkasına bile bakmadan koşup gitti.
    Telli Mehmet, aza olmanın verdiği sorumlulukla sordu: 

    - Su için mi geldiniz?

    Takım elbiseli ve kravatlı olan beyefendi:

    Çok ciddi bir edayla:

    - Evet, dedi.

    Telli Mehmet, “Devlet ciddiyeti bu olsa gerek!” dedi içinden.

    Aynı adam hiç istifini bozmadan kamyondakilere bağırdı:

    - Malzemelerde inşallah bir zayiat yoktur.

    - Yok, Mühendis Bey, diye bir cevap gelince, mühendisten çok köylüler sevindi.

    Allah etmeye, buraya kadar gelmiş olan malzemeler zarar görüp de ellerinin ucundaki fırsatı kaçırmak istemiyorlardı.

    Köylüler toplanmaya devam etti. “Köye su için gelmişler. Sondaj yapacaklarmış…” cümlesi kulaktan kulağa yayılmaya başladı.

    Muhtar koşar adımlarla geldi. Çok önemli adamları ağırlamanın gururuyla:

    - Esselamü aleyküm, hoş geldiniz beyefendi, diyerek takım elbiseli adamın elini sıktı. Kıyafeti sebebiyle onu diğerlerinin sorumlusu olarak düşündü. Sonra diğerlerini dolaşarak tek tek ellerini sıktı.

    Sözüne devam etti:

    - Buyurun köy odasına gidelim.  Bu sıcakta burada durmayalım. Bir soğuk ayran içelim…

    Telli Mehmet, Muhtarın kulağına eğildi:

    - Mühendismiş, su için gelmişler, dedi.

    Bunun üzerine Muhtar tekrar ısrar etti:

    - Lütfen Mühendis Bey, bir soğuk ayranımızı içmeden asla olmaz.

    Takım elbiseli adam siyah gözlüklerini hafifçe aralayarak:

    - Yok Muhtar! Biz hemen yerleşelim.

    - Tamam işte, köy odasına yerleşirsiniz.

    - Biz, size sıkıntı vermeyelim.

    - Olur mu öyle şey, Mühendis Bey?

    - Olur olur, biz kendi başımızın çaresine bakarız.

    Muhtar ve bu sıcak köyün sımsıcak gönüllü insanları, gelenlere misafirperverliklerini göstermek için adeta yalvarıyorlardı.

    Bütün ısrarlara rağmen “olmaz” cevabını alıyorlardı.

    Muhtar, nice bir zaman sonra Telli Mehmet’in söylediği sözü teyit ettirmek ya da kendi kulaklarıyla duymak istercesine sordu:

    - Buraya neden geldiniz?  dedi. Arkasından da, “Su için değil mi?” diye sordu.

    Mühendis:

    - Evet, zemin araştırması yapacağız.

    Muhtar sevinçten uçmak üzereydi. Bütün derdi suydu.  Bu çözülünce artık bir şey istemiyordu.

    Mühendis bir an önce işe başlamak istediğini gösterircesine:

    - Biz, şuraya çadırımızı kurup malzemelerimizi indirelim, dedi.

    Mühendisin gösterdiği yer; susuzluktan kurumuş, yüzerlik otlarıyla kaplı olan hafifçe yüksek bir tepecikti. Köyün hemen ön tarafında bulunan bu yer, her zaman gizemliliğini korumuştu.

    Sanki buraları iyi bildiği konuşmasından anlaşılan mühendis:

    - Araştırmayı burada yapacağız. Burada su olma ihtimali çok fazla…

    Köylüler nerdeyse sevinç çığlıkları atacaklardı. Olmuştu işte. Bundan sonra köylerinde şırıl şırıl sular akacak, köyü terk eden bazı kuşlar tekrar dönebilecekti. Her şeyden önemlisi hayvanlarını, daha gürbüz ve daha semiz yetiştirebileceklerdi.

    Mühendisin dediklerine hiç kimse itiraz etmedi.

    Mühendis, Muhtara döndü: 

    - Biz kuracağımız çadırın içinde çalışacağız. Bizi rahatsız etmezseniz işimizi daha çabuk hallederiz, dedi.

    Muhtar bunu emir telakki ederek:

    - Elbette Mühendis Bey,  sizi hiç kimse rahatsız etmeyecek.

    - Teşekkür ederim.

    - Herhangi bir ihtiyacınız olursa söylemeniz yeter.

    - Teşekkürler. Devlet bize bu konuda bütün ödemeleri yapıyor.  Biz sizden hiçbir şey istemiyoruz.  Sizin sıkıntıya girmenizi de istemiyoruz, dedi.

    Muhtar:

    - Adama bak ya!  Ne kadar beyefendi ve anlayışlı; kimseye zarar vermek istemiyor, ne kadar nazik! diye içinden geçirdi.

    Önde resmi cip, arkasında üstü çadırla örtülmüş olan kamyon köylülerin bakışları arsında karşıya; önceden belirledikleri yere doğru yürüdü.

    Yardım için birkaç köylü de gelmek isteyince, cipin camını açan mühendis:

    - Çok teşekkür ederim. Siz hiç zahmet etmeyin.  Bu bizim işimiz. Size yük olmak, angarya yüklemek istemiyoruz. Hiç kimse zahmet etmesin.

    Köylüler olduğu yerde kaldı. Arabalar yürüdü arka arkaya…

    Köylüler, şimdiye kadar gelen devlet görevlilerinden, farklı olduğunu görünce şaşkınlıkları iyice arttı. Adamların nezaketleri köylüleri etkilemişti.

    Köylüler, duvar diplerindeki bir karışlık gölgelere sığındılar. Gelenler, hiç vakit geçirmeden kamyondaki eşyaları indirmeye başladılar

    Sıcakta bu işi yapmaları bir hayli ilginçti.  Henüz gölge uzamaya başlamamıştı. Az sonra başlayacak olan ikindi serinliğinde, bunu yapmaları en uygun olanıydı.

    Demek ki adamlar, işlerinin hakkını veriyorlar ve durmadan çalışıyorlardı. 

    Derken köylülerin bakışları arasında kamyondan indirdikleri çadırla büyük bir alanı çevrelediler.
    Artık kamyondan indirdikleri malzemeler görünmüyordu.  Her şeyi kurdukları kocaman çadırın içine taşıyorlardı. Köylüler, bu kadar büyük bir çadırı ilk defa görüyorlardı.
    Aslında onlar için önemli olan, bir kaç gün sonra alacakları müjde idi: su bulundu. Kendilerini bunun dışında çok fazla ilgilendiren bir konu da söz konusu değildi.
    Muhtar, hemen oracıkta köylüler dağılmadan halletmesi gereken konuyu anlatmaya başladı:

    - Arkadaşlar! Artık köyümüze su gelecek.  Bunu hepiniz görüyorsunuz, her şey gözümüzün önünde. Bize düşen misafirperverliği göstermemiz gerekiyor. Bu bizim gelene ikramımız. Misafire ikram bereketi artırır, bunu hepiniz bilirsiniz.  Bu bizim geleneğimizde var.  Şimdi köyden yağ, yumurta, bulgur ve ekmek toplayalım.  Her ne kadar da Mühendis Bey “istemez” demişse de bunu yapalım. Zaten adamlar köyümüze hizmet ediyorlar.

    Köylüler bütün masumiyetleriyle Muhtarın konuşmasını desteklediler.

    Hemen oracıkta, birkaç kişiden oluşan bir toplama ekibi oluşturdular. Bu arada Ziya Dayının:

    - Madem su işidir, benden bir kuzu, helal olsun. Bu da benim katkım olsun, demesi diğer köylüleri de kamçılamıştı.

    Ekip hemen işe koyuldu. Kapı kapı dolaşıp gelen misafirlere, köylünün elinde bulunan ürünler toplandı: Yumurta, yoğurt, bulgur, soğan…

    Akşama başta Muhtar, birkaç kişiyle beraber çadıra gittiler. Çadıra yaklaştıklarında içerden çıkan Mühendis Bey, Muhtarı ve arkadaşlarını güler yüzle karşıladı:

    - Ooo! Buyurun efendim.

    Mühendisin,  gelenlerin büyük çadırın içine girmelerini istemediği davranışlarından anlaşılıyordu.

    Köy tarafından görülmeyen küçük bir çadır daha vardı. Mühendis, köylüleri bu çadıra aldı.

    Muhtar:

    - Mühendis Bey! Buyurun sizin için getirdik, afiyetle yiyin.  Siz köyümüze hizmet ediyorsunuz. Biz de size hizmet edelim, dedik. 

    Mühendisin gözü köylünün birinin elindeki kızartılmış kuzuya kaydı. Gözlerine inanamadı. Ne diyeceğini şaşırdı. İçinden “Bunlar ne temiz insanlar!” duygusu geçiverdi. Kendisini, bu temiz ve dürüstlük içinde nereye koyacağını düşündü bir anda. İnsanın kendini sorgulaması elbette güzeldi. Sonuç alınması ise daha güzel olacaktı.

    Muhtar:
    Çalışmalar nasıl gidiyor? diye sordu.

    - Arkadaşlar durmadan çalışıyorlar.  Birkaç gün içinde bir sonuç alacağımıza inanıyoruz.

    Muhtarın ve köylülerin yüzünde umut ışıkları parladı.
    - İnşallah, dediler.

    Zaten duymak istedikleri buydu.  Bunun dışındakiler onlar için çok önemli değildi.

    Mühendis, köylülerin bir an önce gitmesini istiyordu:
    - Oturun, akşam birlikte yiyelim, diyeceğim ama çalışmaları bırakmak istemiyoruz. Şu anda bile, hatta gece bile çalışacağız. Emir büyük yerden, bu çalışmayı bir an önce sonlandırmamız gerekiyor. Gece de ışıklandırıp çalışacağız.

    Bu müjde, köylüler için yetip arttı bile.

    Muhtar:
    - Arkadaşlar, hemen kalkalım. Çalışmaları engellemeyelim, diyerek ayağa kalktı.  Arkasından da köylüler.

    Mühendis Bey, onları güler yüzle uğurladı. Köylüler arkalarına bile bakmadan köye yöneldiler.

    İçlerinden biri, “Ben böyle bir şeyi ilk defa görüyorum.  Bunda farklı bir iş var gibi geliyor.” deyince hep bir ağızdan “Amma müzevir adamsın, her şey de bir terslik ararsın. Ha bir sus!”  cevabıyla adam söyleyip söyleyeceğine pişman oldu ve sustu.

    O günün akşamında bütün köylüler, gece dışarı çıkıp köyün kenarından çadırı seyrettiler.

    Gerçekten dedikleri gibi kurdukları jeneratörün ışığıyla çalışıyorlardı. Karanlık göğü delen parlak ışıklara, kazılan toprağın tozları karışıyor, ışıkla değişik bir armoni oluşturarak yukarıya yükseliyordu. Işık huzmeleriyle toprak zerrelerinin ahenkli dansıydı görünen…

    Köylüler gece bile çalışan bu insanlara hayranlık duymaya başladılar. Hatta içlerinden gidip onlara yardım etmek, onarla hizmet etmek bile geçiyordu, ama mühendisin katı tavrı yüzünden buna cesaret edemiyorlardı.

    Ertesi gün, Mühendis ve arkadaşları köylülerin göreceği bir saatte, çadırın dışında birkaç ölçüm yaptılar. Köylüler suyun bulunduğunu zannederek sevinçleri bir kat daha arttı. Bu ölçümlerin, suyun nasıl akıtılacağı ile ilgi olduğunu düşündüler.

    Bu çalışmalar birkaç gün daha devam etti.

    Artık bu yapılanların uzadığı ve çalışanların ne yaptıkları konusunda şüpheler ortaya çıkmaya başladığı bir dönemin sabahında olanlar oldu.

    Köylüler şaşkınlıkla çadırın kurulduğu yere koştular. Hiçbir şey kalmamıştı.  Sanki burada kimseler yaşamamıştı.  Bir kamyon, bir cip ve insanlar hiç gelmemişti.

    Kocaman bir çukur… Çukurdan çıkan toprağın oluşturduğu bir tepecik…

    Bütün köylülerin şaşkın bakışları bir noktada buluştu. Kazılan çukurun tam ortasından çıkarıldığı anlaşılan, kocaman bir küpün izi…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder